Mescid-i Aksa (Mescidi Aksa, El Mescidü'l-Aksâ), I
Mescid-i Aksa (Mescidi Aksa, El Mescidü'l-Aksâ)
1. Bölüm
Konu Başlıkları
- Mescid-i Aksa
- Tarihçe
- Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra
- Yahudiler ve Siyon Mabedi Hayalleri
- Günümüze Kadar Yaşanan Olaylar
- Mescidi Aksa'yı Ortadan Kaldırma Çabaları
- "Arkeolojik Kazı" Kılıfı
- Tünel Olayı
- "Dindar Siyonizm" ve Mesih İnancı
- Dindar Siyonizm'in Mesih ve Tapınak Yorumları
- Likud ve Tapınak
- Machteret Yehudit ve Likud
- Daha Az Radikal bir Yöntem: Mescid'in Altının Oyulması!..
- İşgal Yönetimi İnadını Sürdürüyor
- Sonuç
- Kaynaklar ve Dipnotlar
1. Mescid-i Aksa
Mescid-i Aksa (Arapça: المسجد الأقصى), Kudüs'te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan [1] ve Hz. Süleymân tarafından binâ ettirilen camiin adı. Peygamber efendimiz zamânında bulunan mescidler arasında, Mekke'ye en uzak mescid olduğu için burası Mescid-i Aksâ yâni en uzak mescid ismiyle meşhûr oldu.[2] "En uzak mescit" anlamına gelen bu tabire ilk olarak Kurân-ı Kerîm'in Miraç'la ilgili olarak şöyle yer verilir: "Kulu Muhammed'i, gece vakti, ayetlerimizden bazılarını göstermek için El-Mescidü'l-Haram' dan, çevresini mübarek kıldığımız el-Mescidü'l-Aksâ ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, her şeyi işitir ve görür" (el-İsrâ, 17/1).
Mescid-i Aksâ'ya "İliya" veya günahlardan temizlenme yeri anlamında "Beyt-i Makdis" yahut"Beyt-i Mukaddes" adı da verilmiştir. Beyt-i Makdis, İbranice "bethammikdaş" kelimesinden alınan ilhamla kullanılmış olup "Mabed" anlamına gelir ve bununla Hz. Süleyman'ın mabedi kastedilir.[3][1]
Mescidi Aksa vahye dayalı diğer dinlerde olduğu gibi İslâm'da da büyük bir öneme sahiptir. Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram'a ve Mescidi Aksa'ya." [4]
Burada kastedilen yolculuk ibadet kastıyla olan özel yolculuktur. Bu hadisi şerif dolayısıyla Mescidi Aksa harem mescitlerin üçüncüsü sayılmıştır.
Mescidi Aksa'nın İslâm'daki müstesna yerinin bir sebebi de, Resulullah (s.a.s.)'in isrâ ve miraç mekânı olmasıdır. Yüce Allah, İsrâ suresinin birinci âyetinde Mescidi Aksa'yı adıyla anarak şöyle buyurur:
"Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir."
Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız" şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer Filistin topraklarıdır.
Resulullah (S.A.V.)'ın miraca yükseltildiği sırada Kudüs'te bugünkü şekliyle bir cami yoktu. Ancak Hz. Süleyman (a.s.) tarafından inşa edilmiş ve daha sonra yıkıma maruz kalıp yenilenmiş olan Mescidi Aksa'nın kalıntıları vardı ve burası da Beyti Makdis olarak adlandırılırdı. Resulullah (S.A.V.)'ın ziyaret ettiği mekan da işte burasıydı. Beyti Makdis ibaresi bazı tarihi kaynaklarda Kudüs şehri için de kullanılmıştır.
Kadı Beyzavi tefsirinde "Mescidi Aksa" ibaresi açıklanırken: "Burada kastedilen, Beyti Makdis'tir. Çünkü o zaman orada bir mescid mevcut değildi" denmektedir. Aynı ibarenin Nesefi ve Hazin tefsirinde de aynen geçtiğini görüyoruz. İbnu Abbas'tan rivayet edilen tefsir de bu şekildedir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde de ayette geçen "Mescidi Aksa" ibaresiyle ilgili olarak şu açıklama yapılmaktadır:
"Mescidi Aksa: Kudüs'teki Beytu'l-Makdis'tir. Nitekim İsra hadisinde de: "Burak'a bindim. Beytu'l-Makdis'e vardım" diye geçmiştir. Bunun etrafı da Kudüs ve civarı demek olur." [5]
Fi Zilali'l-Kur'an'da İsra suresinin birinci ayetinin tefsirinde şöyle denmektedir:
"... İki belli yer arasındaki bu yolculuğun bir tarafını Mescidi Aksa teşkil ediyor. Mescidi Aksa ise mukaddes toprakların kalbi sayılan bir yerdir. Allah-u teala İsrail oğullarını bir müddet buraya yerleştirmiş sonra çıkarmıştı."
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi'nin Hulasatu'l-Beyan tefsirinde de şöyle denmektedir:
"Ayette Mescidi Aksa'dan murad, Beyti Mukaddes'tir. Mekke-i Mükerreme'ye uzak olduğundan aksa denilmiştir. Mescidi Aksa'nın etrafı bağlar, bahçeler ve her nevi nimetlerle dolu olduğu cihetle dünya nimetleri hususunda mübarek olduğu gibi din hususunda dahi mübarektir. Zira Beyti Mukaddes, makarrı enbiya ve mahalli vahyi ilahi ve sulehanın mabedidir. Ekseri enbiyanın mucizeleri ve asarı garibe orada zuhur ettiğinden Cenabı Hak mübarek olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh maddi ve manevi mahalli mübarek denmeye şayandır."
Mevdudi de, Tefhimu'l-Kuran adlı tefsirinde burada kastedilen mabedin Kudüs'teki Mescidi Aksa olduğunu ifade etmektedir.
Sabuni'nin Safvetu't-Tefasir adlı eserinde de ilgili ibarenin tefsirinde şöyle denmektedir:
"Yani Mekke-i Mükerreme'den Kudüs'e götüren Allah'ın şanı pek yücedir. Mescidi Aksa ile Mescidi Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için Kudüs'teki mescide Mescidi Aksa denilmiştir."
Yine bu tefsirde de Mescidi Aksa'nın çevresinin maddi ve manevi yönden bereketli kılındığı ifade edilir.
Kuran-ı Kerim'in bazı yerlerinde de Mescidi Aksa'dan adı anılmaksızın söz edilmektedir. Örneğin Meryem suresinin 11. âyetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti."
Burada kastedilen mescid, Mescidi Aksa yani Beyti Makdis'tir. Ali İmrân suresinin 37. âyetinde de şöyle buyruluyor:
"Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi."
Burada sözü edilen Mabed de aynı mesciddir. Yine aynı surenin 39. âyetinde de şöyle buyruluyor:
"Onun (Zekeriya (a.s.)'ın) mihrapta namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler."
Bu âyeti kerimede mihrap denirken kastedilen mekân da Mescidi Aksa'dır.
Bütün bu ayetler, Hz. Zekeriya ve onun oğlu Hz. Yahya, Hz. Meryem ve onun oğlu Hz. İsa (a.s.) döneminde orada bir mabedin yani Mescidi Aksa'nın eski şeklinin mevcut olduğunu ortaya koymaktadır. İşte Beyti Makdis denilen mabet de bu mabettir.
Mescidi Aksa'nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında birçok hadisi şerif de bulunmaktadır. Bunlardan en meşhur olanını yukarıda verdik. Ahmed ibnu Hanbel, Nesâi ve Hakim'in Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Süleymân (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günâhlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz."
Bir hadisi şerifte bildirildiğine göre Resulullah (S.A.V.)'ın câriyesi Meymune (R.A.):
"Ey Resulullah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir" dedi. Resulullah (s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın." -Hadisin râvisi dedi ki: "O zaman burası Dâru'l-Harb'di (yani Müslüman olmayanların hâkimiyeti altındaydı)."- (Resulullah (s.a.s) sözlerine daha sonra şöyle devam etti): "Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." [18] Burada zeytinyağı bir semboldür. Yapılması istenen ise Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya önem verilmesi, oranın Hz. İbrahim (a.s.)'ın hanif dininin gerçek sahipleri olan mü'minlerin eline geçmesi için çalışılması ve o kutsal mekânların tevhid dinine uygun kimliğinin korunması amacıyla yapılan çalışmalara herhangi bir şekilde destek olunmasıdır.
Yeryüzünün en faziletli mekânları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. Hatta İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadiste: "Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa'da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram'da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir" denmektedir.[19]
Ancak ez-Zevâid'de bu hadisin isnadının zayıf olduğu söylenmektedir. İbnu Hibban da bu hadisin delil olarak alınabilmesi için bunu te'yid eden bir rivayetin bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Burada verilen rakamları te'yid eden başka herhangi bir rivayet bilmiyorsak da, sayılan üç mescidde kılınan namazların diğer mescidlerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğunu bildiren başka hadisler mevcuttur. Bu itibarla verilen rakamlar belki sevabın katını ifade etmek için değil de arada çok büyük bir sevap farkı olduğuna dikkat çekmek için söylenmiş olabilir.
Bilindiği üzere Mescidi Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir. Bu özelliğinden dolayı da İslâm'da ayrı bir öneme sahiptir. Buhari ve Müslim'in rivayet ettiklerine göre el-Bera ibnu Azib (r.a.) şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s.) Beyti Makdis (Mescidi Aksa) tarafına on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Resulullah (a.s.) Ka'be tarafına namaz kılmayı arzuluyordu. Yüce Allah da şu ayeti kerimeyi indirdi: "Yüzünü göğe doğru çevirip durmanı görüyoruz. Seni hoşnut kalacağın kıbleye doğru yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve her nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin." (Bakara, 2/144)
Bunu te'yid eden daha birçok hadisi şerif rivayet edilmiştir.
Mescidi Aksa aynı zamanda Yüce Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Yukarıda verdiğimiz miraç olayıyla ilgili ayette, Resulullah (s.a.s.)'ın Mescidi Aksa'ya getirilmesiyle bağlantılı olarak:
"Kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için..."
denmesi buna delalet eder. Allah dileseydi Resulullah (s.a.s.)'ı Mescidi Haram'dan da miraca yükseltebilirdi. Ancak kendisine birtakım ilâhi âyetlerin gösterilmesi amacıyla önce Mescidi Aksa'ya getirilmiş ve oradan miraca yükseltilmiştir. Demek ki, burası da Allah'ın yeryüzündeki ilâhi âyetlerinden bir âyettir. Dolayısıyla buraya asıl sahip çıkmaları gerekenler Müslümanlardır.[6]
Mescid-i Aksâ'ya en uzak mescit anlamında bu ismin verilmesi, Mekke'deki Mescid-i Haram'a yaya yürüyüşü ile bir aylık mesafede bulunması yüzündendir. Hz. Peygamber miraç gecesinde; "Burak'a bindim Beytu'l-Makdis'e gittim" buyurmuştur. Diğer yandan eski tefsirlerde Mescid-i Aksa, miraç ile ilgili görülmüş hatta onunla, gökteki bir yerin kastedildiği de öne sürülmüştür.
Yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra yapılan en eski mescitlerden birisi Mescid-i Aksa'dır. Yapımına Davud (a.s) başlamış ve Hz. Süleyman tarafından tamamlanmıştır.[7][1]
2. Tarihçe
"Beyt-ül-Makdis" veya "Beyt-ül-Mukaddes" adı da verilen Mescid-i Aksâ'nın inşâsına Dâvûd başladı. Hz. Dâvûd, mescidin duvarlarını bir adam boyu yükseltti; fakat tamamlayamadan vefât etti. Dâvûd dan sonra hem peygamber, hem hükümdâr olan oğlu Süleymân , "Beyt-ül-makdîs" yâni Mescid-i Aksâ'nın inşâsını tamamlamak istedi. Allah-u teâlâ tarafından emrine verilen cinleri toplayarak aralarında vazife taksîmi yaptı ve her bir cemâati bir işle vazifelendirdi. Sonra usta ve mühendislere, on iki mahallesi olan Kudüs şehrini inşâ ettirdi. Şehrin kurulması bitince, mescidin tamamlanmasını emretti.
Cinlerden bir kısmı altın, gümüş ve yâkut; bir kısmı denizden saf inci; bir kısmı mücevherât ve kıymetli taşlar; bir kısmı da misk, amber ve diğer güzel kokuları getirdiler. Bütün bunlardan yeteri kadar hazırlanınca, işlemek üzere ustalar ve Fenikeli mîmârlar getirdi. Gelen ustalar, taşları yontarak bu mücevher, inci ve yâkutları işlediler. Toplanan malzemeleri kullanarak mescidin yapımını yedi senede tamamladılar. Uzaktan bakılınca bir altın parçası gibi parlayan, görenleri hayran bırakan ve o zamanda bir eşi bulunmayan bu mescide, "Beyt-ül-makdis"dediler.
Süleyman , Beyt-ül-Makdis'e, Hz. Mûsâ'dan beri nesilden nesile intikal ederek gelen, içerisinde Tevrât'ın bulunduğu Ahid sandığı'nı yâni Tâbût-i sekîne'yi koydu. Bu durum; Kudüs'ün, Asûrî hükümdârı İkinci Buhtunnasar tarafından işgâline kadar devâm etti.
Buhtunnasar, Kudüs'ü zabt ettiği zaman, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri alıp, Bâbil'e götürdü. Daha sonra Keyhüsrev, Mescid-i Aksâ'yı tâmir ettirdiyse de M.S. 70 senesinde Romalılar tekrar yıktılar. Bu târihle, Kudüs'ün Mûsevîlere olan bağlılığı son buldu. M.S. 123 yılında Mescid-iAksâ'yı Bizanslılar tâmir edip, Kudüs'e İlyâ ismini verdiler.[2]
Mescid-i Aksâ, hicretin l6. ayına kadar Müslümanların kıblesi idi. Hz. Peygamber (s.a.s), niyet ile ziyaretine izin verdiği üç mescit arasında Mescid-i Aksâ da vardır.[1]
Peygamber efendimiz (S.A.V.), Miraç gecesinde Kudüs'e gelerek Mescid-i Aksâ'da namaz kıldı. Peygamber efendimizin; “Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir: Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve benim bu mescidim (yâni Mescid-i Nebî).” buyurarak methettiği Mescid-i Aksâ, hicretten on altı ay sonraya kadar Müslümanların kıblesi olarak kaldı. 638 (H.16) senesinde Ömer (R.A.), Sûriye seferinde, Şam'dan sonra Kudüs'e uğrayıp Mescid-i Aksâ'yı ziyâret etti. Uzun senedir kendi hâline terk edilen Mescid-i Aksâ'da biriken ve etrâfı kirleten pislikleri temizletti. Ezân okutarak cemâatle namaz kıldırdı. Yahûdîlere mescide emniyetle girmek hakkını tanıdı. Hıristiyanlara da, Yahûdîleri aralarına sokmamalarını tavsiye etti.Kudüs'teki kiliselere dokunulmaması için emir verip, Hıristiyanlarla antlaşma yaptı.[2]
Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra, halîfeler ve Müslüman vâliler tarafından Mescid-i Aksâ'nın temizlik, bakım ve onarım işlerine çok önem verildi. Dört halîfe devrinden sonraki Emevîler zamânında, Mescid-i Aksâ'nın temizlik ve bakımına özel ihtimâm gösterildi. Muâviye bin Ebî Süfyân (R.A.), Abdülmelik bin Mervân, Ömer bin Abdülazîz, Velîd bin Abdülmelik ve Süleymân bin Abdülmelik gibi halîfeler, Kudüs'e gelerek Mescid-i Aksâ'yı ziyâret ettiler. Halîfe Abdülmelik bin Mervân, Mescid-i Aksâ'nın yakınındaki arsa üzerinde Kubbet-üs-sahra Mescidini yaptırdı. Zelzele yüzünden harap olan Mescid-i Aksa'yı, altıncı Emevi halifesi el-Velid, bugünkü hâline benzeyen şekliyle yeniden yaptırdı.
Abbâsîler zamânında da bakımına ve tâmirine ihtimâm gösterilen Mescid-i Aksa, zelzeleler ve harpler sebebiyle zaman zaman yıkılıp tâmir edildi. Halîfe Ebû Câfer Mansûr ve Mehdî bin Mansûr, Kudüs'e gelerek Mescid-i Aksâ'yı ziyâret ettiler ve tâmir ettirdiler.
Mescid-i Aksâ'nın, Emevîler ve Abbâsîler zamanlarındaki şekli, bugünkü durumuna çok yakın idi. Kıble karşısında kuzeyde on beş kapı vardı. Ortadaki altın kaplı olanı tunçtan yapılmıştı. Yanlarda yedi ve on bir kapı daha vardı. Son cemâat yerinde revakları bulunan mescid, 280 mermer sütuna dayanan revakların taşıdığı bir dam ile örtülüydü.
Orta kısmında bir kubbe bulunuyordu. Damın üstü kısmen mozaikle süslü, kısmen de levhalarla kaplıydı. Kubbet-üs-sahra Mescidi (Ömer Câmii) de, Mescid-i Aksâ'nın kıble tarafındaydı.
Kudüs'ü 1099 (H.492)'de Haçlılar istilâ edince, şehri yakıp yıktılar. Pek çok Müslüman'ı kadın ve çocuk demeden kılıçtan geçirdiler. Bu arada Mescid-i Aksâ'yı da yağmalayıp, tepelerine haçlar dikip, içerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1187 (H.583)'de Kudüs'ü Haçlılardan kurtarıp, Mescid-i Aksâ'dan Haçları ve putları kaldırttı. Eski hâline getirip yeni bir mihrap yaptırdı. Daha sonraki devirlerde bu mihrâbın iki yanına pencereler açılıp bir minber, kuzey cihetine de son cemâat revakları ve bir tahta minâre ilâve edildi.
Emevîler, Abbâsîler, Eyyûbîler ve Memlûkler dönemlerinde bir ilim merkezi hâline getirilen ve pek çok İslâm âliminin yetişmesine sebep olan Mescid-i Aksâ, defâlarca tâmir gördü. Mescid-i Aksâ'nın en son bakımı ve tâmîrâtı Osmanlılar tarafından yapıldı. Yavuz Sultan Selim Han, 1517 (H.923)'de Memlûk topraklarını ülkesine katınca, Kudüs de Osmanlı idâresine girdi. Kânûnî Sultan Süleymân Han Mescid-i Aksâ ve yanındaki Kubbet-üs-sahrâ mescidlerini tâmir ve tezyîn ettirdi. Daha sonraki asırlarda da bâzı tâmirâtlar geçiren Mescid-i Aksâ, Birinci Dünyâ Savaşından sonra Kudüs Müslüman Türklerin elinden çıkınca, bakımsız hâle geldi. 1967 (H.1387)'deki Arap-İsrâil savaşında Yahûdîler tarafından Kudüs işgâl edildi. Bu işgâlden sonra Mescid-i Aksâ, sûikast netîcesinde kısmen yandı. Bugün kendi hâline terk edilmiş olup, ziyâdesiyle tâmire muhtaçtır.
Mescid-i Aksâ'nın ismi, Kurân-ı Kerîmde zikredilmekte ve Peygamber efendimizin Mîrâç gecesinde oraya götürüldüğü, hadîs-i şerîflerle bildirilmektedir. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Zerr-il-Gıfârî (R.A.) şöyle bildirdi:
Bir kere ben; “Yâ Resulullah! Yeryüzünde ibâdet için en önce hangi mescid binâ edildi?” diye sordum. Resulullah efendimiz (S.A.V.); “Mescid-i Harâm'dır.” buyurdu. “Sonra hangisi?”dedim. “Mescid-i Aksâ'dır.” buyurdu. Sonra ben; “Bu iki mescidin kuruluşu esnâsında ne kadar zaman vardır?” dedim. Resulullah efendimiz; “Kırk sene vardır.” buyurdu.
Başka bir hadîs-i şerîfte; “Kureyş bana (Miraç'ta) seyâhat ettiğim yerlerden soruyordu. Bilhassa Mescid-i Aksâ'ya dâir öyle şeyler sordular ki, ben İsrâ (Mîrâç) gecesi onlarla ilgilenip tespit etmemiştim. Bu sebeple o kadar müşkül bir vaziyete düştüm ki, hiç bir zaman öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine Allah-u teâlâ, benimle Beyt-i makdis arasında perde olan mesâfeyi kaldırdı. Şimdi ben Beyt-i Makdis'i görüyordum. Ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevap vermiştim. Kureyş, Mescid-i Aksâ'nın kaç kapısı var? diye sormuşlardı. Hâlbuki ben Kudüs mescidinin kapılarını saymamıştım. Fakat karşımda mescid tecellî edince, ona bakmaya ve kapıları birer birer saymaya başladım.” buyurdu.
Mescid-i Aksâ Câmiinin sağında ve solunda kemerli sütunlar ve dar iki sahn ile tamamlanan geniş bir orta sahn vardır. Ortadaki geniş sahnı, güney duvarına paralel bir sahn keser. Bu iki sahnın kesiştiği bölümde bir kubbe vardır. Ortadaki geniş sahnın sağındaki ve solundaki iki dar sahnın dış kısmında sağa sola altışar sahn eklidir.[2]
Tarih içinde pek çok el değiştiren Kudüs ve dolayısıyla İslâm'ın iki yeri, İsrâ ve Mirac'ın ilk durağı olan Mescid-i Aksâ, bugün Yahûdilerin işgali altında bulunmaktadır.[1]
Altın kubbeli olan ve Mescidüs Sahra olarak da anılan Kubbetüs Sahra ile karıştırılmamalıdır; [8]
3. Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra
Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kudüs fethedilince, oraya giden halife bir gece vakti Beytü'l-Makdis'e girdi ve bütün gece orada namaz kıldı. Sabah olunca ezan okutarak cemaat ile namaz kıldı.
Bundan sonra Hz. Ömer (r.a.) Kâbul Ahbâr'ı çağırarak Müslüman mescidinin nerede yapılabileceğini sordu. Kâb, es-Sahrâ (kaya)'ya işaret etti ve hatta bunun kıble olmasını istedi. Hz. Ömer (r.a.) ona İslâm kıblesinin Kâbe olduğunu hatırlattı. Fakat Beytü'l-Makdis'in mukaddes hatırasına da bir mescit yaptırdı ve kıblesini Kâbe tarafı olarak tespit etti. Burası, daha sonra "Kubbetü's-Sahrâ"nın yeri oldu.
Kubbetü's-Sahrâ, depremlerden zarar görmüş ve bir çok kez tamir edilmiştir. Burası, dört yandan merdivenlerle çıkılan geniş bir seddin ortasında, sekiz köşeli ve yüksek kubbeli bir bina idi. Dördü merdivenlere açılan, sekiz tane yaldızlı tunç ve sedir ağacından kapısı vardı. İçeride iç içe dairevi sütün sıralarına ve mozayıklı bingilere dayanan kubbenin altında sahra (kaya) durmaktaydı. Bakır, demir kafes ve tahtadan üç tabaka olarak inşa edilmiş bulunan yüksek kubbenin tahtadan dış tabakası altın varak ile kaplı idi.
Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu seddin üç tarafından, daha küçük üç kubbeli yapı bulunuyordu. Bunlar Kubbetü's-Silsile, Kubbetü'l-Mirac ve çok köşeli bir yapı olan Kubbetü'n Nebî idi. Bugün bunların şekilleri kısmen değişmiş bulunmaktadır.
Özetle, Kubbetüs-Sahrâ'nın bir ziyaret yeri olmasına karşılık, Mescid-i Aksa, bunun bir ibadethanesini teşkil eder. Mescid-i Aksa deyince; İslâm kaynaklarında Halife Abdülmelik'den, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a kadar gelip geçen pek çok halife ve padişahlar tarafından burada inşa edip bırakılmış. Kubbetü's-Sahrâ, mezar, türbe, tekke, zaviye ve sebil gibi dini amaçla yapılmış yapılan içine alan yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi üzerine serpilmiş binalar topluluğu anlaşılır. Dar anlamda Mescid-i Aksâ deyince, Kubbetü's-Sahra'dan uzakta olmayan ve Abdülmelik tarafından inşa edilmiş bulunan cami kastedilir. Bu caminin yapımında İran hükümdarı, II. Hüsrev tarafından tahrip olunmasına kadar ayakta duran Jüstinyen tarafından inşa edilmiş bulunan, Meryem Ana Kilisesi'nin harabelerinden çıkan malzeme kullanılmıştır.[1]
4. Yahudiler ve Siyon Mabedi Hayalleri
Yahudiler, bugünkü Mescidi Aksa'nın yerinde daha önce, Süleyman Heykeli diğer adıyla Siyon Mabedi adını verdikleri bir mabedin bulunduğunu ve bu mabetten bugün geriye kalan tek şeyin Ağlama Duvarı adını verdikleri duvar olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yüzden Yahudiler, Mescidi Aksa'nın mevcut şeklini yıkarak daha önce yerinde bulunduğunu ileri sürdükleri Siyon Mabedi'ni inşa etmeyi amaçlamaktadırlar. Onlar, bu konudaki niyetlerini gizlemiyorlar. Örneğin hahambaşı Mordohay Elyahu, bu konudaki niyetlerini şu şekilde dile getirmişti:
"Biz bu camiyi yıkmak, onu buradan tamamen silmek ve yerine Süleyman Heykeli'ni inşa etmek istiyoruz."
Ünlü terörist ve haham Meir Kahane de İsrail parlamentosu üyeliğine seçildiğinde, Süleyman Heykeli tepesinde Yahudilerin ibadetlerine başlık etmek ve Mescidi Aksa ile Kubbetu's-Sahra'nın yıkılması için mümkün olan her yola başvuracağı üzere yemin etmişti. Haham Şalom Harokohin de:
"Diasporadaki Yahudilerin bir araya gelmelerinin en önemli sebebi Siyon mabedinin yeniden inşasıdır"
demişti. İşgal yönetiminin eski başbakanı Benyamin Netanyahu da başbakanlığı kazanmadan önce aşırı Siyonist hareketlerden birinin liderlerinden olan Yehuda Atsayon'a yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
"Yahudilere Süleyman Heykeli tepesinde (yani Mescidi Aksa'nın kurulu olduğu mekânda) ibadet imkânı sağlamak ve bu imkânı garantilemek için çalışmak gerekir... Bu konunun gerekli duyarlılıkla ele alınıp çözümlenmesi gerekir. Likud Partisi'nin yeniden iktidara geldikten sonra bu konuyu uygun bir şekilde sonuca bağlamak için çalışacağını da özellikle vurguluyorum... Yahudi halkının kutsal mekânıyla ilgili hakkı tartışma kabul etmez bir haktır." [6]
5. Günümüze Kadar Yaşanan Olaylar
- 21 Ağustos 1969: Denis Ruhan adlı bir Yahudi Mescid-i Aksa'yı kundaklama girişiminde bulundu.
- Nisan 1980'de Meir Kahane, Mescid-i Aksa'nın bir köşesine patlayıcı madde koyarak patlatmaya çalıştı.
- 8 Nisan 1982'de bir kez daha Mescid-i Aksa'nın ana girişine patlayıcı madde yerleştirildiyse de cami görevlileri tarafından patlamadan ortaya çıkarıldı.
- 10 Nisan 1982'de Meir Kahane taraftarlarından bir grup militan, zorla Mescid-i Aksa'ya girmek istedi.
- 21 Mart 1983'te Mescid-i Aksa'ya gizli bir yoldan girmek için tünel açıldığı tespit edildi.
- 14 Ocak 1986'da Knesset üyesi bazı parlamenterler askerlerin koruması altında Mescid-i Aksa'ya girmek istediler.
- 8 Ekim 1990 tarihinde Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırıda 30 Filistinli hayatını kaybetti, 800'e yakını yaralandı.
- 5 Ekim 2009 tarihinde Siyonist İsrail Mescid-i Aksa'ya girişi engelledi.[8]
6. Mescidi Aksa'yı Ortadan Kaldırma Çabaları
İsrail, bu iddialarından yola çıkarak Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırabilmek için yıllardan beri çalışmaktadırlar. İsrail'in Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırma girişimleri 1967 Haziran'ında Doğu Kudüs'ü işgal etmelerinden kısa bir süre sonra başladı. 21 Ağustos 1969'da Denis Ruhan adlı fanatik bir Yahudi, Mescidi Aksa'yı yakma girişiminde bulundu. Nisan 1980'de ünlü Yahudi terörist Meir Kahane, Mescidi Aksa'nın bir yerine bol miktarda patlayıcı madde doldurarak bunu patlatmaya teşebbüs etti. 8 Nisan 1982'de fanatik bir Siyonist terör örgütünün mensupları, "Kâh" diye bilinen diğer bir Siyonist terör örgütüyle işbirliği yaparak Mescidi Aksa'nın ana girişine bol miktarda patlayıcı madde yerleştirdiler. Ancak bu patlayıcı madde cami görevlileri tarafından patlamadan ortaya çıkarıldı. 10 Nisan 1982'de Meir Kahane taraftarlarından bir grup Yahudi terörist zorla Mescidi Aksa'ya girmek istedi. Cemaatin ve cami görevlilerinin engel olması üzerine çıkan çatışmada cami korumalarından iki kişi öldürüldü. 21 Mart 1983'te Mescidi Aksa'ya gizli bir yoldan girmek için tünel açıldığı tespit edildi. Ancak tünel tamamlanamadan ortaya çıkarıldığı için teşebbüs başarılı olamadı. 27 Şubat 1984'te bir grup silahlı Yahudi, caminin doğu tarafından Rahmet kapısının yakınından içeri girmek istedi. Ancak cami koruma görevlileri onların içeri girip bir katliam gerçekleştirmelerini önlediler. 14 Ocak 1986'da Knesset üyesi bazı parlamenterler askerlerin koruması altında Mescidi Aksa'ya girmek istediler. Ancak İslâmi Hareket mensubu gençler cami kapılarında barikatlar oluşturarak onların içeri girmelerini önlediler. Birkaç kez girişimde bulunan parlamenterler Mescidi Aksa'nın içine girmeyi başaramayınca geri dönmek zorunda kaldılar. Fakat bu olaydan sonra cami dışında işgalci askerlerin Müslüman gençlere saldırmasıyla başlayan çatışmalarda çok sayıda genç yaralandı. 8 Ekim 1990 tarihinde yine Mescidi Aksa'ya yönelik olarak gerçekleştirilen saldırıda 30 Müslüman şehit oldu, 800 Müslüman da yaralandı. Tarihe "Kudüs katliamı" olarak geçen bu saldırı, İsrail yönetiminin bazı fanatik Yahudi gruplarını kışkırtması sonucu gerçekleştirildi. Bu saldırının asıl amacı ise Mescidi Aksa'nın bazı bölümlerini yıkmak ve zaman içinde tamamını yıkabilmek için ilk adımı atmaktı.[6]
7. "Arkeolojik Kazı" Kılıfı
Siyonist işgalciler son birkaç yıldır Mescidi Aksa'yı yıkabilmek için farklı bir metot izliyorlar. Eski Yahudi eserlerini ortaya çıkarmaya çalıştıkları gerekçesiyle Mescidi Aksa çevresinde ve altında kazılar yapıyorlar. Bu kazıların asıl amacı ise mescidin temellerinin altında boşluklar oluşturulması, temellerinin dayandığı kayaların tahrip edilmesi ve böylece mescidin kendiliğinden yıkılmasına yol açılmasıdır.
Kudüs İslâmi Vakıflar Meclisi Kasım 1994 sonlarına doğru yaptığı açıklamada, Yasir Arafat'ın liderliğindeki özerk yönetimin işbaşına getirilmesinden sonra Mescidi Aksa çevresindeki kazıların daha da yoğunlaştığını ifade etmişti. Adı geçen meclisin açıklamasında Mescidi Aksa'nın bitişiğindeki Burak Duvarı çevresinde yapılan kazıların mescidin bazı duvarlarını tehlikeye soktuğu vurgulanıyordu.
İslâmi Vakıflar Konseyi yetkililerinin verdiği bilgilere göre Siyonist arkeoloji uzmanları Mescidi Aksa'nın dayandığı kayaları parçalamak amacıyla kazılarda kimyasal madde de kullanıyorlar ve bunu kayaları parçalama işlemlerinin dışarıdan duyulmamasını sağlamak amacıyla yapıyorlar. Kazılarda kimyasal maddelerin kullanıldığı bizzat Siyonist yetkililer tarafından da itiraf edilmiştir. Bu arada şimdiye kadar yapılan kazıların, Mescidi Aksa'nın dış kısmındaki bazı duvarlarının yıkılmasına yol açtığını hatırlatalım.[6]
8. Tünel Olayı
Likud Partisi lideri Netanyahu'nun Mescidi Aksa'yla ilgili bir mektubundan yukarıda söz etmiştik. Nitekim Netanyahu iktidara gelmesinden sonra bu mukaddes mabedi yıkma amacına yönelik çalışmalarını açıktan yürütmeye başladı. Ancak doğrudan bu mescidi yıkma amacı taşıdığını söyleyerek değil daha başka kılıflar uydurarak. Bu çerçevede, Mescidi Aksa ile Hz. Ömer Camisi'nin içinde bulunduğu haremi şerif bölgesinin altından geçen tünelin açılışını yaptı. İşgal yönetiminin iddiasına göre tünel ulaşım amacıyla kullanılacaktı. Oysa 600 bin nüfuslu Kudüs şehrinde yer altından ulaşım yolları açılması için ihtiyaç olmadığı ortadadır. Üstelik nüfus ve trafik yoğunluğunun daha fazla olduğu Batı Kudüs'te yer altından ulaşım yolları açılmasına ihtiyaç duyulmazken haremi şerif altından böyle bir tünel kazılmasına sadece ulaşım amacıyla ihtiyaç duyulduğu iddiası hiç de inandırıcı değildir. Olayın çelişki oluşturan bir diğer yanı ise kazıların önce arkeolojik araştırmalar amacıyla yapıldığı ileri sürülürken herhangi bir arkeolojik esere rastlanamayınca "ulaşım" kılıfına başvurulmasıdır.
İşin gerçeğinde bu tünelin açılmasındaki amaç Mescidi Aksa'nın altında bir oyuk oluşturarak bu mukaddes mabedin kendiliğinden yıkılmasına sebep olmak, yahut fanatik Yahudilerin tünele bomba yerleştirmelerine fırsat vererek mescidi alttan yıkmaktır. Yukarıda sözünü ettiğimiz olaylarda fanatik Yahudilerin girişimlerinin Müslümanların direnişleri ve mücadeleleri dolayısıyla başarısız kaldığını dile getirmiştik. İşgal rejiminin de bizzat bu mescidin içine girerek amaçlarını gerçekleştirme imkânı bulamayan fanatiklere, yer altından tünel kazarak bu imkânı sağlamak istemiş olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Bunun yanı sıra Netanyahu hükümetindeki iki bakanının haremi şerif bölgesinin altından iki tünel daha açmak için yirmi milyon dolarlık bir finans kaynağı bulduklarını açıklamaları da bu yöndeki tereddütleri artırmıştı. Bu açıklama tünelin ulaşım amacıyla kullanılacağı iddiasının tutarsızlığını da ortaya koyuyordu. Nüfus yoğunluğunun çok daha fazla olduğu Batı Kudüs'te yeraltı ulaşımı için bir tek tünel kazılmasına bile ihtiyaç duyulmazken sadece 141 dönümlük bir alanı kapsayan ve yerleşime kapalı bir bölgede ulaşımın kolaylaştırılması için yeraltında karınca yolları gibi yollar açılmasına ihtiyaç duyulacağı iddiası kadar saçma bir iddia olamaz. Üstelik Kudüs belediyesi ve İsrail yönetimi Müslümanların yaşadığı bölgeleri her türlü altyapı hizmetinden mahrum bırakırken haremi şerif bölgesinde ulaşımı kolaylaştırmak için bu kadar gayretkeşlik göstereceğine inanmak mümkün değildir.
Tünel olayını bütün bu bilgilerin ışığında değerlendirdiğimizde Siyonist işgalcilerin böyle bir tünel kazmadaki asıl amaçlarını çok daha net bir şekilde anlamamız mümkün olur. Nitekim olayı yakından takip edenlerin yaptıkları açıklamalarda ve verdikleri bilgilerde de haremi şerifin altına tünel kazılmasındaki asıl amacın Mescidi Aksa'yı ve Hz. Ömer Camisi'ni yıkmak olduğu dile getirilmiştir.[6]